29 Ekim 2012 Pazartesi

1 Mayıs 2012 Salı

Yayın

Evet benim bir blogum vardı, hatırladım tekrar. Belki yeni bir başlangıç yapmamızın zamanı gelmiştir be blog ne dersin.

2 Aralık 2011 Cuma

Hem uzun hem filtreye takılacak şekilde yazılır mı be birader

Daha önce söylemiştim diyerek bir yazıya başlanır mı? Yazı yazarken(kompozisyon dersi hayatıma girdiğinden beri) beni en zorlayan şey başlayabilmek olmuştur her daim. Sadece ben de olmadığına emin olduğum, bir yazının giriş cümlesi yazı -makale -kitap... ne zıkkımsa artık onun hakkında insana bir fikir verir düşüncesi eminim pek çok insanda var(genelleme detected). Kitaplar hariç("adam o kadar emek vermiş lan okumaya devam et bir olay örgüsü otursun" diyorum kendime) diğer mecmuattan bir şey okuyacaksam önce başlığa bakarım başlık mı diye, sonra giriş cümlesine bakarım ne diyor diye felsefesiylen hareket etmeye de devam ediyorum nitekim. İşte bu uzun lafın kısası herkes yazabilir(denedim %100 çalışıyor) ama herkes iyi yazamaz(tespit detected). Lütfen küfretmeyiniz ben size bilmediğiniz şeyler anlatmayı vadetmedim ki amk.
Blog olayına girişim twitterda gördüğüm yazıları okumak için abonelik olayına gireyim lan şeklinde doğmuş, twitterın söylenecek bazı şeyler için yetersiz gelmesiyle gelişmiş ve bir kaç kişinin okuduğunu görünce şenlenmiş bir -mişli geçmiş zaman olayıdır. Neticede hepimizin anlatacak hikayeleri, söyleyecek sözleri, dünyayı değiştirecek fikirleri var( iç ses de sizinle aynı fikirde olduğunu belirtiyor bu noktada) tabii ki kendi yarı çapında canıııım. İşte bugün lafı etrafında dolandırmak istediğim konu bu blogla imtihanım. Efenim, bendeniz günlük olayının çok saçma bir şey olduğunu düşündüm bütün çocukluğum ve ergenliğim boyunca. Hani bir de günlük bir vücuda büründürülüyor da; sevgili günlük bugün ne yaraklar yedik bir bilsen, ay kız keşke sen de yanımızda olsaydın da beraber yeseydik. havasında olması yüzünden iyice pilot olmak gerektiğine inandırmıştım kendimi(pişmanlığımı sezinlediniz[blog yazmanın güzel yanı da böyle her zaman kullanamadığın kelimeleri cümle içinde kullanma şansı tanıması] mi çakallar). Şimdi sizle senli, benli, bizli konuşunca aklıma geldi işte. Böyle de acayip işleyen bir kafa benimkisi(kendimi övmek istemiştim aslında burada). Neyse toparlayayım efem; netice de bloga bir kaç yazı yazmaya başlayıp bir kaç kişinin okuduğunu, ilgilendiğini görünce bana nasıl bir yazma şevki geldi, ben bunu size anlatamam ama siz blog yazan insanlar olarak ben anlatmadan da gayet anlarsınız bence. İşte her şey günlük güneşlik(güleşlik de yazsam fark edilmezdi gibi hissettim) sürekli yazasım var falan, yazmak rahatlatıyordu beni, günah çıkartmak gibi, rahatlatıcı. ama üzerimden etkisini henüz atamadığım askerlik olayı benim gittiğim şeritten son sürat bana doğru gelince kafa kafaya girdik göz göre göre. Neticede dönüp bakınca aslında yazdıklarımın büyük kısmının malca olduğunu fark ettim(örnek yazıları verip kendimi rencide etmek istemiyorum) . Meğerse ben de bir alex değilmişim. Farkettim. Dedimki kendime; anlatmayı beceremiyorsan anlatmayacaksın aga. Ama irin gibi meret insanın içinde biriktikçe gereksiz sıkıntıya sebep oluyor. Akıtalım irini, rahatlayalım dedim benjamine. Daha aklımdakilerin kıyısından açılmadım bile, sadece ayaklarımı soktum suya ama lafı dolandırdığımından mütevellit uzun bir yazı oldu bile, hem de her şeyi anlatmaya çalışırken hiçbir şey anlatmayanlardan(bari güzel bir uzay fotosu ile süsleyelim de bir yanı elle tutulsun). Sınava yeteri kadar çalışmamış öğrencinin kağıdı doldurma çabası.

17 Temmuz 2011 Pazar

yeni kayıt

Yazmak için mutlu olmamak mı lazım? Güzel anların kısa, sıkıntıların çok olması mı lazım. Mutluluğu kendimize saklamak, kimseyle paylaşamamak, ama acıları, sıkıntıları paylaşıp azaltmak istediğimizden mi böyle. Genelleme yaptım ama sadece bende böyle değildir, sizde de böyledir herhalde.

Yoksa mutlu olduğumuz anlarda mutsuzluğa özlem mi duyuyoruz? Bu yüzden mi en basit meselelerden bile hır çıkartıyoruz, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde en derin arzumuz mu bu?

Peki seni hiç umursamazken bir insan, hiç tanımazken, belki değer vermezken çok kolay bir şekilde anlaşıp, mutlu olabiliyoruz da, aynı kişilerle samimiyet artınca, hayatımızda kapladıkları alan büyüyünce, onlara değer verince, neden bu sefer her yaptığımız karşıdakini rahatsız etmek, üzzmek, yaralamak temalı oluyor?

Ufacık şeyleri kendimize aşılmaz dağlar yapıp vazgeçişlerimiz, geri dönüp uzaklaştıktan sonra düşündüğümüzün aksine geçilmez olmadıklarını fark etmek ama artık geç kalmış olmak,
neden?

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Rashomon


Başta söylenmesi gereken; bu kesinlikle bir film eleştirisi değildir.

Fazla teknik detaya girecek değilim. Akira kurusowa’nın 1950 yılında çektiği, benim kısa bir süre önce izleyebildiğim film. Daha önce “seven samurai” filmini izleyip beğenmiş birisi olarak bunu izlemekte geç kaldığımı düşünüyorum, sıradaki kurusowa filmi için bu kadar gecikmeyeceğimi kendisine arz ediyorum. En basit şekilde söylemek gerekirse, insanı anlatıyor, aynı olayı 3 farklı şekilde dinliyoruz. Kimse yalan söylemiyor, kimse doğru söylemiyor. Milli eğitim bakanı olsam bakış açısı konulu bir ders yapıp o derste bu filmi cebren ve hileylen izlettiririm gençlere. İbretlik yani, izlemeyeniniz varsa haberi olsun.

Bu filmi izledikten sonra kendime dedim ki “ey volkan gördüğün gibi herkes aynı şeye bakar ama herkes farklı şeyler görür” buna cevaben de “böyle miydi lan bu söz?” “değilse de benim bakış açıma göre böyle kardeşim!” diyerek bu monologa bir son verdim. Siz ana fikri aldınız ama değil mi? İnsan olayları çarpıtır. Bir kısmını bilerek, bir kısmını hiç bilmeden. Bazen kendini haklı göstermek için yapar, bazen suçsuz göstermek, bazen güçlüyü oynamak, bazen de mağduruyetini göstermek için yapar bunu. Ama her daim yapar. Biraz ondan biraz bundan yapar.
Yani ben yapıyorum işte kardeşim. Belki de bundan bu kadar etkilendim filmden. Kendimi haklı gördüğüm olayların ardından ne zaman mantıklı düşünmeme yetecek kadar oksijen gitse beynime o zaman fark ederim ki bu tamamen bana göre, ona göre de farklı sebeplerle o haklı. Ama velakin ne fayda. Oksijensizlik başa bela yani azizim!

Bu farklılık tabi ilişkilerimizde sıkıntılara yol açıyor açmasına ama bizi de insan yapıyor. Hem de her gün biraz daha makineleştirilmeye çalışanlara inat. Yani girişe, atlamaya, bağlamaya gerek duymadan belirtmek isterim ki bizi insan yapan şeylerden birisi de mantık dışı davranışlarımız değil midir? Mantık dışı derken mantıklı olanı yapmama eğilimimiz. Olmayacak şeyleri sonuna kadar zorlama arzumuz. Ben mesela mantıklı şeyler yapan bir adam olsam böyle bir yazıyı yazıp yayınlar mıyım? Sen mantıklı olsan böyle bir yazıyı okur musun? Gel biz mantığı bir kenara bırakalım. Robot muyuz biz, zombi miyiz biz? Her şeyin mantıklı olduğu bir dünya bu yukarıdakilerden birisi gibi olurdu.

8 Ocak 2011 Cumartesi

isterdim


ben de isterdim ki böyle gündeme dair olsun - kısa kısa olsun böyle gündemi takip eden, güncel bir yazar olayım ama nerede efenim nerede? aranızda işte orada diyenler olsa keşke. olsa da bu bana altın-orda devletini hatırlatsa, kendimi gene tarihin tozlu sayfaları arasında bulsam -ya da kaybetsem- artık netice önemli değil zaten bir yerden sonra önemli olan niyet. öyle olmasa bu manasız yazıları neden yazayım ama değil mi? mesela bu sefer katii suretteki niyetim kısa bir yazı yazıp aslında herdaim buralarda olduğumu belli etmek ve alakasız bir resim ekleyerek ilgiyi bir derece dağıtmak. inşalla olmuştur bu sefer

25 Kasım 2010 Perşembe

Bunu ben mi yazmışım?


Blog yazmaya yazacak bir şeyi olduğu için başlayanlardan veya bir konuda uzman olup ahkam kesen, akıl ve yöntem dağıtanlardan değilim. Öyle bir heves, bir merak, ulan millet yazıyor elbet benim de söyleyecek 3-5 kelamım var, olacak en iyisi ben de bir blog açayım, oraya yazarım belki okuyan bile çıkar diyerek soyundum bu işe. Tabii sonradan fark ettim ki soyunma eylemi ilgi çekmek için yapılıyor işle falan ilgisi yok. Epey zamandır ara ara gelip içimi döküyorum haggetten rahatlıyorum. Hani şair demiş ya; içinde kalıp seni rahatsız edeceğine, tutma dök içindekileri başkalarını rahatsız etsin. Tabii bunu duyan adamın Türkçenin oraya buraya çekiştirilmesinden faydalanmak suretiyle ortaya yere koy vermesi bence de hiç komik değil. Ama soruyorum şimdi sizlere; yapacak bir şey var mı? Cevap veriyorum sizin yerinize; yok.

Gel zaman git zaman günler, haftalar, aylar hatta inanmazsınız ama yıllar geçiyor. Hadi bunu da benden öğrenmiş oldunuz böylece. Size ara ara böyle enteresan, hayatta nerede karşılaşacağınızı, işinize yarayacağını bilmediğim saçma sapan bilgiler verebilirim. Bence artık bunu kabullenin. Genel kültürüm geniştir söylemesi ayıp değil ama. Neyse şimdi Einstein’lan aramızı bozan görelilik-görecelilik konusuna tekrar girmek istemiyorum[yazlarımı takip edenler hatırlayacaktır(*sonradan eklenen kısım, hep böyle cümleler kurmanın hayaliyle yaşadım, artık öleyim ben)], sinirlerim bozunuyor sonra(ya da dur kendi kendime bir şekil yapıyim yukarıya tekrar döneyim*). İşte mesela böyle basit, böyle kendi çapımda espriler yapabiliyorum, ikileye biliyorum, cümleleri istediğim gibi deviriyorum ya, inanır mısın bana yetiyor. Hani bir yumak iple oynayan bir kedi gibi veyahut bu kedinin kuyruğunu çekiştiren bir çocuk gibi mutlu oluyorum lan! İstediğim noktalama işaretini kullanmamı, kelimeleri kasıtlı olarak yanlış yazıp böyle sempatik bir hava oluşturmak niyetinde gibi görünerekten asıl amaç olarak Türkçeyi bozma çalışmalarına destek verebilme özgürlüğünü, böyle komplolar üretip inanan insanların olmasını(bunlara beğenmiyorsan zigigit! Diyebilmeyi) falan seviyorum. Bir ara cümle çok uzadı n’oluyoruz, nereye gidiyoruz dedim ama zannederim sonunda tekrar toparladım. İşte hep böyle oluyor amısına koyim ya! İnanır mısın azizim iki satır bir yazı yazayım epeydir yazmıyordum diye başladım ama daha aklımdaki konuya bile gelemedim, başlıkla bağlantıyı bile kuramadım. Mahsuna senaryo mu yazsam lan. Uzun uzun kalabalık kalabalık yazarım ağğbii ama hiçbir şey anlatmam desem yer mi? Neyse bu paragraf çok uzadı ben bir paragraf başı yapayım.
Dikkat çekmek için konulmuş alakasız resim


Bütün iyi niyetimle yazmaya başladığım blog yazılarım(tıpkı bu yazı gibi) hep böyle cıvık haller alıyor ya da o anki duygu yoğunluyla yazınca sonradan tekrar okumak beni şaşırtıyor. Bakıyorum önceki yazdıklarıma ulan bunu ben mi yazmışım diyorum kendime. Çeşit çeşit ruh halleri, tripler, aforimazlar(ilk defa aforizmayı cümle içinde kullanıyorum, tam bilmeden yapıyorum ama güzel durdu bence bırakın ben de mutlu olayım işte böyle basit şeylerlen). Misal bu yazı, bir hafta sonra tekrar okuyayım anaa ne saçma sapan şeyler yazmışım diyeceğim. Ama biliyorum ki saçma sapan şeyler yapmaktan zevk alıyorum. O yüzden yadırgamayacağım kendimi. Netice de ben böyle biri değilim, ama ola da bilirim?! Orası henüz net değil. Çok sık sorar oldum kendime bunu ben mi yazmışım? Diye. Şarkı sözü gibi, şiyir gibi yazarak noktayı koydum gene eheheh.