10 Aralık 2009 Perşembe

Tespit

En önemli sorun- ya da en önemli sorunlardan biri , çünkü bir sürü en önemli sorun vardır- halkı yönetmekle ilgili en önemli sorunlardan biri, bu işin kime yaptırılacağını bulmaktır. Daha doğrusu halkı, kendilerini yönetmesine izin vermeleri için ikna etmeyi başaracak birini bulmaktır.
Özetlersek: İyi bilenen bir gerçektir ki, halka hükmetmeyi en çok isteyenler, ipso facto* bu işi yapmaya en az uygun olanlardır. Özeti özetleyecek olursak: Kendisinin başkan yapılmasını sağlayabilecek kişilerin bu işi yapmasına hiçbir surette izin verilmemesi gerekir. Özetin özetini özetlersek: Halk bir sorundur.(Adams Douglas, Otostopçunun Galaksi Rehberi beşibiryerde , Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005, s.262)

*İpso facto: Latince. Yalnızca bu nedenle, fiilen.

bu "Otostopçunun Galaksi Rehberi beşibiryerde"den alıntı olan bölümü izin almadan yayınlıyorum, sakın kimseye çaktırmayınız lütfen! teşekkürler!

20 Kasım 2009 Cuma

biraz önce

Biraz önce babamın kredi kartlarından birisinin ekstresini ödemek için bankaya giderken; sokağın ortasında annesinin fiziksel şiddetine maruz kalan genç bir kız, darbeye değil ama olaya karşı tepki olarak ağlaması hızla bulunduğu gruptan uzaklaşması ve bu manzaraya karşı içimde aniden ortaya çıkan, o anki bütün duygularımı bastıran kızı teselli etme isteği. Ama benzer bir durum altında çok yakın olduğu kişilere bile bir şeyler söyleyemeyen ben hiç tanımadığım birisine bir şeyler söyleyecek değildim. Kız hızla ve hıçkırıklarını bastırmaya çalışarak uzaklaşırken arkasından baktım. Tıpkı sokakta durup benim gibi olayı gören birkaç kişinin yaptığı gibi. Acaba onlarda benim gibi mi hissetmiştir? Güçlü olana karşı zayıf olanı korumak?..
Hiç kimse -ki hazzetmediğim insanlarda bu gruba dahil, başka insanların önünde böyle rencide edilmemeli. Bir insanın onuru-gururu ile böyle oynanmamalı. İşin en acıtan tarafı; geçmiş bir zamanda, fiziksel şiddetle olmasa bile aptalca sözlerle, sana o zaman için en fazla değer veren kişinin sokak ortasında ağlamasına sebep olmak. Evet, sanırım o kızı teselli etme isteğimin altında yatan asıl sebep buydu...

20 Ekim 2009 Salı

3G > 2G > Yalnız G >> ..


Bir gün ki o bir gün benim çok küçük olduğum zamanlara tekabül eder(tam tarih hatırlayacak kadar iyi bir hafızam olmadığı için 10-15 sene arası gibi geniş ve yuvarlak bir aralıktan bahsediyorum), babam eve elinde bir çağrı cihazı ile gelmişti. Normal olarak ilk başta nedir ne işe yarar anlayamadım. Gerçi amerikalılar filmlerde kullanıyorlardı ama olsun benim için filmlerin dikkat çekici bölümleri o sahneler değildi. o zaman için bana çok garip gelmişti hatta başımdan geçen bir ti ye alınma olayını da paylaşmak isterim. Babamın bürosuna gittiğim günlerden birinde babam iş bir iş için dışarı çıkmıştı ve ben büroda babamın yanında çalışan elemanla kalmıştım. Bir süre sonra babama bir konuda ulaşmak gerekti ve bana "hadi şu çağrıdan babana bir mesaj bırakta büroyu arasın bi" dedi ki ben o güne kadar hiç çağrıya mesaj bırakmamış birisiydim. Üç haneli çağrı merkezinin telefonunu çevirdim ve çıkan kadın önce numarayı sordu(ya da ben öyle hatırlıyorum). Daha sonra mesajımı sordu bende çocuk aklıyla sanıyorum ki kadın iletecek mesajımı "ıı şey babama söyleyin bizi bir arasın" dedim kadın bunu duyunca beni bir terslemişti ki beni çok etkilemişti bu durum(mesajın ne mesajın ben nereden biliyim sen kimsin tarzında bir şey söylemiş olabilir veya ben uyduruyorumdur). Hatta bakınız, beynimin beni korumak için gösterdiği bir reaksiyon olarak kadının söylediklerinin hatırlamamam. Epey bir süre çağrı merkezini aramadım ben bu yüzden hep başkalarına bıraktım bu işi. Galiba o kadın çıkarda beni yine tersler diye korktum. sonunda tam alışmıştım ki lanet cep telefonları ortaya çıktı..

Bundan 10 küsür yıl önce babam ilk cep telefonunu aldığı zamanı hatırlıyorum. Bir kıçı kırık telefon için 2 kefil istemişlerdi. Fiyat ne idi onu hatırlayamıyorum ama 2 kefil istenmesi oldukça şaşırtıcı gelmişti o zaman. İlk telefonumuz(ailecek sahiplenmiştik) nokia 1610'du. Bugün itibariyle takoz on olarak da isimlendirilir kendisi.. O telefonun özelliklerini hiç hatırlamıyorum ama bir kol boyutlarındaydı. Tabi babam kendisine telefon alınca çağrı cihazı bana kalmıştı ki bu o zaman için inanılmaz bir şeydi. Hatta hiç olmadığım kadar popüler olmuştum bu sayede. Daha sonra ericcson 337 modelini yurt dışından gelen birisinden aldığımızı hatırlıyorum. Büyük ihtimalle 1996 senesinden bahsediyorum. O telefon ile ilgili olarak kapağı olması(her ne kadar hiçbir işlevi olmasa da) ve mesaj gönderme özelliğinin olmaması hafızamda yer eden en önemli kısımlar. Şimdi inanılmaz geliyor telefon mesaj alıyordu ama mesaj göndermek yoktu. Sanırım bu neden o zamanlar mesaj göndermek değilde çağrı atmak modaydı sorusunun yanıtı olabilir.

Bundan sonraki tarihe not düşmeye değer olay olarak kendime ait ilk telefonu hatırlıyorum, gazetelerin telefon dağıtıp herkese musallat ettiği zamanlar. Allah o gazeteleri kahır eğlesin, o telefonları dağıtanlar yattıkları yerde yatamasınlar inşallah diyorum. Orta okuldaydım, alcatel almıştım sabah gazetesinden. Tabi o zamanların modası çağrı atmaktı ve biz birbirimizi yakalayıp kontörlerimizi yemeye çalışırdık. Yıllar birbirini kovaladı durdu ve biz artık lisedeydik. Ve yeni bir devrim; polifonik ve renkli ekranlı telefonlar. Bu arada bir geri dönüş yapayım cep telefonunda wap ne zaman çıktı hatırlayamıyorum ama uyduruk wap sitelerine girip telefondan oyun oynayarak babamın faturalarını kabarttığım dönemler sanırım bu aralarda idi. Siz de kabul edersiniz ki wap-renkli ekranlı telefon-liseli ergen erkekler bir araya gelince kaçınılmaz bir sonuç olarak phonerotica diye bir sitenin varlığından haberdar olduk. Hayret ediyorum o düşük çözünürlüklü ekranlarda geneli bikinili(aklımda böyle kalmış) kadın fotoğraflarına bakmak için kendimizi epey paralamışız. Tabi sadece bu işe yaramıyordu polifonik melodiler indirip onları da dinlerdik. işte benim en son ne zaman telefondan nete bağlandığımın cevabı. Benim için wap aşkı bitti, bütün sevgimi web'e verdim ve bilgisayara kaydım.

(iç ses: Şöyle bir baktım da yine epey uzun bir yazı olmuş şimdiden, o yüzden artık sadede gelmeliyim sanki!)

Sonuç olarak ben 3G'ye karşıydım. Çünkü bu sene sonu itibarı ile bütün dünya 4G'ye geçiyor ve bize yine hurdayı kakaladılar.Hem eskiyi kakaladıkları yetmedi birde türk telekoy'a uyup kota koydular(olabildiğince kalitesiz şekilde yaptıkları 3G reklamlarından hiç söz etmiyorum!). Bu nedenledir ki yeni telefon alırken wi-fi 3g'den daha kıymetli bir kriterdir. Hem zaten telefonda normalde konuşmaktan hoşlanmayan, olabildiğince kısa konuşmalarla sonuca giden insan görüntülü konuşmayı ne yapsın? Anca yeni nesil sapıkların işine yarar bu 3G. Düşünsenize... Ya da durun düşünmeyin direk fotoya bakın(bobiler bizim yerimize düşünmüş)...

16 Ekim 2009 Cuma

ne iş olsa yaparım abi!

Ben içinde insan olan(özellikle türk insanı) hiçbir sisteme karşı %100 bir güven duymam hatta %33,3 şeklinde uzatılabilecek bir miktarda bile güven duymam. Bu yüzdendir ki adalet sistemimize de güvenmem güvenenlere de o an nerem müsait ise oram ile gülerim. Açık konuşuyorum blog kusura bakma ama madem başladık devamınıda getireyim ben bu dünyada içinde insan olmasa bile adalet kavramına güvenmem. Kimin-neyin adaleti? Kime göre-neye göre adil? Bu kadar göreceli bir kavram olması tek başına yeterli zaten ama birde şirret-kıskanç-kinci-birilerinin adamı(kamplaşmış) insan oğulları da bu sistemin içinde hakim-savcı-avukat( ki buradaki tanım sadece adalet sisteminde yer alan insanlar için değil genele karşıdır en başta belirttiğim üzere) gibi sıfatlarla sistemi kendi çıkarları için çekiştirip yozlaştırınca ortada güvenebilecek pek bir şey kalmıyor. Ama benim konum bu değil kendi kendime saptırıyorum işte...
i have a dream
Efem bendeniz hep bir konuda uzmanlaşmak ve o işi en iyi yapanlar arasında olmak gibi bir hayale sahip olmuşumdur. Hâlâ(nasıl incelttim ama a'yı şapkayla) da zayıfta olsa böyle bir hayalim var. Olur sende bir gün bir şeylerde uzmanlaşırsın deme bana blog, müsadenle kendimi az buçuk tanıyayım bende. Bak senin için örnekler vererek konuyu açayım. Misal olarak yaptığım sporlara bakalım; basketbol oynarım, futbol oynarım, masa tenisi oynarım, satranç oynarım kötü oynamasam da hiçbirinde de mükemmel değilim. Yani gayet ortalama bir insanım yaptığım şeylerde. Oysa ben bunların hepsinde ortalama olacağıma bir veya ikisinde üst düzey olmak isterdim. Ama ne yapamazsın dersen dans edemem mesela o kesin yani benim içime hiç o yetenekten koymamışlar. O yüzden güzel dans eden erkek olsun kadın olsun benim saygımı kazanır çok ihtiyacı varmış gibi!

Halbuki çocukken ne hayallerim vardı bende yarışçı olacaktım volkan ışık(adaş) ralli eğitim seminerlerine katılıp kursiyerler arasında birinci olacaktım. Yarış dünyasında kendime bir kariyer bile yapacaktım. Ama okul-ders-sınavlar yüzünden seminerlere bile gidemedim zaten ekonomik krizde ortaya çıkınca ne yarış kaldı ne seminer... Zaten gitsem de gittiğim ile kalırdım herhalde. Bende bu dikkat dağınıklığı olduktan sonra... Neyse senin anlayacağın "ne iş olsa yaparım abi" ama gayet ortalama olur. Serbest meslek gibi bir şey herhalde bu bendeki haller.
Ben gideyim de bir orta kahve içeyim en iyisi.

p.s:sevgili blog bak sonunda "en"ler arasına girebileceğim bir konu buldum sesizliğim-çok konuşmama huyum ile veya konuşmaya başladığım zamanlarda da hiç durmayıp çok konuşarak konuyu uzattıkça uzatma huyum ile "en"ler arasına girebilirim. Halbuse en ortalama insan olmam gereken konunun bu olduğunu düşünürken!

14 Ekim 2009 Çarşamba

bir nik neyim masalı

kendimi bildim bileli -ki bu orta okul yıllarıma tekabül eder nette bir yere üye olurken veyahut bir oyuna girerken tercih ettiğim ilk nick(bundan sonra nik) S_O_S(es-o-es)'tir. Efendim birçok kişi S.O.S kelimesinin yardım sinyali anlamına geldiğini bilir eğer bilmiyorsa da ben buraya yazdığıma göre artık öğrenmiştir(hani mors alfabesinde üçkısa-üç uzun-üç kısa ...---... şeklinde ifade edilen sinyal canım). Bu S.O.S'in anlamını nereden geldiği-nereye gittiğini de buraya yazmıyorum yoksa bu konu dahada uzar.

Böyle derin anlamları olan bir kelimeyi o zaman nasıl akıl ettim nereden buldum da yazdım bende bilmiyorum. Yani genelde orta okul öğrencisi bir çocuğun tercihi prens-hunter-lord vs. gibi basit kelimeler veya dönemin ünlülerinin kullandığı memoli-zeyno-kara kule vb. şekillerdeki isimler olurken ben gideyim böyle bir nik yazayım hala aklım almıyor. Demek ki tam kafamın çalışacağı bir zamana denk gelmiş diyorum hala çözemediğim için.
Tabi ilk zamanlarda böyle değildi S.O.S yazıyordum en orijinal haliyle ama millet sos şeklinde okuyarak benim asabımı bozuyordu. Daha sonra hem bu sebepten hem bazı sitelerin üye isimlerinde .(nokta)'ya izin vermemesinden hemde teknolojik gelişmelerden(ne alakaysa!) _(alt çizgi)'nin popüler olmasından dolayı S.O.S evrim geçirdi ve S_O_S olarak son halini aldı. Ama denyo heryerde denyodur sözünü doğrulamak isteyen çok sayıdaki gönüllü yine sos diyor ve ben uyarıp anlaması için es-o-es diye söyleniyor o dediğimde ise komik olamayacağı gerçeğini anlayacak kadar zeki olamayan ve yaratıcı bir espiri yapamayacağı gerçeğinin farkında olamayan bu ergen denyo sos-makarna sosu-yemek sosu-sosis gibi kendisinden başka kimsenin gülmediği espriler(!) yapmaya devam ediyor[çok acayip devrik cümle oldu galiba-ne demek istediğimi anlayana kola].

Birde kısaltmaların ünlü olduğu yıllar var ki onlarla hiçbir alakam yoktur efenim kamu oyuna buradan bildiriyorum. neymiş sçs(seni çok seviyorum), sös(seni ölümüne seviyorum) falan fişmekan... Dersaneye gittiğim yıllarda sınıftaki kızlardan birisinin silgisi elime geçince her defterime-kitabıma ve boş bulduğum yere yazma adeti edindiğim gibi onunda üzerine S.O.S yazmak gibi bir eşeklik de bulunmuşluğum var. Neden eşeklik olduğunu söyleyeyim de gençler ibret alsın. Efem sen bunun yakın arkadaşı kız git kızı tiftikle neymiş S.O.S yazmışım ya lanet kelime ters çevrilince de aynı S.O.S ama bu sefer noktalar yukarı geliyor ve SÖS oluyor. Sonuçta sen kafanda kur kur ve bundan seni ölümüne seviyorum anlamı çıkar ve benim kıza aşık olduğumu kurgula. NE ALAKASI VAR LAN GERİZEKALIIII!!! işte ben o zaman bir dişinin ne kadar komplocu olabileceğini anladım. İmanımı gevrettim benim S.O.S yazdığıma ikna etmek için. Ama ikna oldular mı ona hala emin değilim işte(!)

yıllar birbirini böyle kovaladıktan sonra bir gün beklenmedik bir olay oldu yeni versiyonum(firmware-fw) çıktı. Bu güncellemeyi sistemime kurduktan sonra ne yenilikler oldu lan! diye bakarken fark ettim ki şekilcilik mekilcilik fani şeyler boş ver bunları takma kafaya tarzında bir güzellik gelmiş bana. O gün bugündür(lafın gelişi olan bugün) artık sos diyene de S_O_S diyene de aynı şekilde baka-yazıyorum(baka-yazmak'tan gelmiyor muydu bu bakmak?). Ama tabi S_O_S diyen insan hala daha güzeldir daha kıymetlidir(ee hani şekilcilik mekilcilik kalmamıştı?)
sadede geleyim efem! Hala orta okul yıllarında edindiğim bir nik neyimi kullanıyor olmaktan dolayı "Türküm, doğruyum, çalışkanım!"

24 Eylül 2009 Perşembe

blog denemeleri II

Sevgili blog biliyorum çok yaratıcı bir başlangıç yapmıyorum ama sende şunu kabul et ki altı üstü blog yazıyorum lan! Sen dua etki bildiğim kadarıyla Türkçe imla kurallarına dikkat etmeye çalışıyorum(yinede gözümden ve elimden kaçan kısımlar olursa affola).
Aslında ilk blog yazımı yayınladıktan sonra ikinci(tamamen keni cümlelerimden oluşan birinci) blog yazımı yazmakta çok hevesliydim(sanki yazınca birileri okuyacak gibi). Ancak kendimi bildim bileli en sevmediğim derslerden birisi olarak okulda en sıkıntılı zamanlarımı yaşatan kompozisyon dersi ile blog yazmak arasında bilinçaltımın kurduğu anlamsız bağlantılar yüzünden sürekli erteledim. Benim blog yazmadığım sürede ülke gündemimiz her zaman yaptığı gibi yine son sürat akıp gitmeye devam etti(bunu bildiğinizi biliyorum) zaten blog yazarak ülkeyi kurtaramayacağımı da sürekli kendime hatırlıyorum(Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun abilerim bile kurtaramazlarken) ancak bu bazı konularda kendi fikirlerimi belirtmeme engel değil. Eğer engel olsaydı zaten blog yazmazdım kendime saklardım ama tarihe not düşesim(fransız düşeslerden değil düşmekten düşesim) var. Neyse bu uzun -karışık -manasız girişten sonra hala okumaya devam edecek kadar gözünü karartmış bir kişi için aklımdaki konuları maddeler halinde sıralayayım efem!

1-) Medyamızın sevgili baronu Aydın Doğan'a RTE nin taktığı büyük vergi cezasını duymayan insan zaten bu blogda ki zırvalarımı okumaya tenezzül etmez(gerçi duyanda tenezzül etmez gibi ama hoca efendinin dediği gibi ya ederse?) Toparlıyorum efem! Zamanında Ciner'e, Karamehmet'e, Uzan'a kanun dışı çakılırken oturduğu yerden şampanyalar patlatarak durumu kutlayan hatta "kalemşörler" ile durumu dahada körükleyen Doğan için gelsin ; "keser döner sap döner, gün gelir hesap döner." Ama buna rağmen bu kanun dışı ceza umarım iptal olur.

2-) Rüzgar gibi geçen 2009 Basketbol Avrupa Şampiyonası; Tam Türk işi olarak adlandırılan durum ile karşı karşıya kalınca insani tepki "biliyordum zaten böyle olacağını". İlk 5 maçı kazanınca barutumuz mu bitti ne oldu da sonraki 4 maçıda aynı süratle kaybettik? Ben zaten turnuva öncesi memo'yu kendi kaprisleri yüzünden turnuva kadrosuna almayan Tanjevic'e ve cinslikler abidesi dikilebilir durumda olan basketbol federasyonu başkanına kendi içimden sövüyordum. Turnuva bizim için bitincede buna devam ettim. Basketbolcularımız elinden geleni yaptılar bu yüzden onlara birşey demiyorum(lütfettim) ama Ömer aşık bak senin için parantez açıyorum ve 2010'da Türkiye'de yapılacak turnuvada aynı serbest atış yüzdesiyle oynarsan kafana yiyeceklerine karşı kendini hazırlaman için şimdiden uyarıyorum. Az daha Ersan İlyasova'yı hırsından ve başarılı oyunundan dolayı en üst basamağa yerleştirmeyi unutuyorduk aman diyeyim büyük hata olurdu.


27 Ağustos 2009 Perşembe

Kadınların Konumu

Müslüman olsun ya da olmasın bütün Türk ülkelerinde, kadınların konumu, genelde islam toplumlarının sergilediği genel görünüşe hiçbir biçimde uymuyordu. Kadının toplumdaki konumu bir felsefeden, bir ırkın sahip olduğu özelliklerden kaynaklanıyordu. Ya da Şamanizmin, cinsler arasındaki eşitliğe, hatta farklı cinslerin olmadığına dair vurgusu uzun süredir biliniyordu. Bir Şaman bir kadın gibi doğum yapabilirdi örneğin. Ancak bu, kadınların dişiliklerini unuttukları, erkeklerin de onlara hayran olmayı bıraktıkları anlamına gelmiyordu: "Hey sen! Kara saçları topuklarına inen... sen, kalem kaşlı... gonca dudaklı... sonbahar elmaları gibi parlak gözlü."(Roux, J.-P., Türklerin Tarihi - Pasifikten Akdenize 2000 Yıl, çev. Aykut Kazancıgil, Özcan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2004, s.250)...
Türk kadını yüzünü saklamazdı ve hareme kapatılmazdı. Siyasal ve toplumsal yaşama tam bir özgürlükle katılırdı. (a.g.e, s.251)...
... Avrupalılar Türk kadınlarının erkekler gibi ata bindiklerini, ok attıklarını yada öküz arabalarını sürdüklerini görünce, en az Müslümanlar kadar şaşırmıştır. Joinville de, ibn Arabşah da kadın askerler ve kadın avcılar karşısında aynı tepkiyi gösterir. Kadın avcı ve askerleri epik metinler de doğrulamaktadır... Kadınların, davranışlarında özgür olması, aşkı da kolaylaştırmıştır. Bir genç kızı cezbetmek isteyen erkek "gözlerinin gördüğünü, kalbinin vereceğini vereceğim sana" der. "Çok isteyenim var benim" der güzel. "Gözleri çarpan, Kalbi alıp götüren güzellikler var" der genç bir oğlan. IX yüzyılda İbn Rüşt ya da XI yüzyılda el-Bekri gibi Müslüman yazarlar Türk kızlarının eşlerini seçmekte özgür olduklarından söz ederler.(a.g.e s.252)...

İlk blog yazımın tamamı Jean-Poul Roux tarafından yazılmış olan TÜRKLERİN TARİHİ Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl adlı kitabın Kadınların Konumu başlıklı bölümden yaptığım alıntılardan oluşmaktadır(sanırım okuduğum ve beğendiğim başka bölümler olursa başka alıntılar yapıp onlarıda paylaşmayı düşünebilirim). Tarihini bilmeyen bir millet yok olmaya mahkumdur tezinin üzerimde yarattığı bir etkimi dersiniz yoksa nereden nereye zamanla nasıl arapların etkisi altında kaldığımızın bir göstergesi mi dersiniz orası size kalmış....
( Dikkat etmeye çalıştım ama yine de gözümden kaçan imla hataları varsa kusuruma bakmayın artık)