10 Nisan 2010 Cumartesi

Ya Topçu Ya Popçu


Sonunda nereye gideceğim? Ne kadar askerlik yapacağım stresi vol. 1 bitti.
Gece haberi alınca sevindim ilk başta(uyku sersemliğime verin). İyi dedim, Ankara dedim. Uzunsa da artık para alıcam işte, gelince sürekli ertelediğim zıvırları(bkz.nikon dslr, bkz.mac) alırım dedim, zaten Ankara işte evci evci takılırım dedim. Tabi sabah olup her şeyin biraz daha farklı görünmeye başlaması vol. 2'ye(tu[two]'ya değil ikiye) geçiriyor insanı.

Yukarıda görüldüğü üzere branşım çok fena ki bu konuyla ilgili şuana kadar okuduklarım 'boku yediniz!' kıvamındaydı. Eğer branşım okuldan mezun olduğum bölümle ilgili olsa imiş 18 gün süren keyifli denebilecek bir acemilik yaşayacakmışım. Ama yukarıdaki adını söylemeye çekindiğim branşa düştüysem -ki düştüm- 3 ay acemilik boyunca 'yat, kalk, koş, sürün, yuvarlan, yakala, tut coo tut' kıvamında geçecek bir askerlik süreci yaşayacakmışım. Ateş idarecilik ve takım komutanlığı birbirinden ayrı mı yoksa bir mi henüz çözemedim ama ikisi ile de ilgili iyi bir şey okumadığımdan şuan benim için birler. Ayrıca birde Polatlı garnizonu bölge olarak Ankara'nın dışında kalıyormuş ki bu benim hafta sonları evci çıkma hayallerime vurulmuş bir darbedir. Şimdi ben bu darbecileri asmayayım da besleyeyim mi?

5 Nisan 2010 Pazartesi

PSP Güzellemesi ve Mobil Teknoloji Evrimim


Üniversiteye hazırlanıyordum, teknolojik ürünlere merakım vardı, En yakın arkadaşım ipod almıştı -o zamanlar moda bütün mp3 çalarlara aypod demekti ama arkadaşım gerçekten ipod almıştı-. Hafızama güvenilmez o yüzden 20-40-80 gigabytelık modellerin hangisinden almıştı hatırlayamıyorum ama 900 tl gibi bir paraya kredi kartına 12 taksitle aldığı hala bugün gibi aklımdadır. Bende bu icadı evimize sokmaya kararlıydım ve tabi her şeyin olduğu gibi bununda bir bedeli olmalıydı. Babamla sonuçta yaptığımız anlaşmaya göre; öss deneme sınavlarında ne zaman 260 barajını geçersem o zaman gidip alacaktık. Sonunda geçtim, mayıs sonu haziran başı geldiğinde. Ödülümü almak için sabırsızlanıyordum ve konu hakkınad çok derinlemesine bilgi edinmeden akabinde ki hafta sonu babamı teknosa mağzasına götürdüm. Ucuz yollu bir şey alacağımın farkındaydım ama zaten önemli olan işleviydi. Minton'un modelleri ve Creative'in yukarıdaki modeli arasından seçim yapmam gerekiyordu. Teknoloji düşkünü olarak Creative ismi zaten daha yukarılarda bir yerdeydi benim için, birde o ipod alan arkadaşımın Bill Gates'e ipod'u nasıl buluyorsunuz diye sormuşlar o da yaklaşık olarak 'gerçekten başarılı ama ben creative kullanıyorum' diye cevap vermiş dediği aklıma geldi -sanki bir apple rakibi başka bir şey söyleyebilir gibi-. Yukarıda resimde görülen creative'in 128 megabytelık modelini -evet bildiğin 128 mb hafızası vardı- yanlış hatırlamıyorsam 120 ila 130 tl arası bir paraya aldık.

Gel zaman git zaman bu zımbırtı 1 metre yükseklikten yere düşüp ekran ışığını kaybetmesin mi, şansımı denemek için tee Ankara'nın Dikmen'indeki servise götürdüm. Servis görevlisi teslim aldı ve istanbula göndereceğini en erken 15 gün içinde geri alabileceğimi söyleyince çok kafaya takmadım sonuçta kullanıcı hatası sayılabilecek bir sebepti ve tamir için para isteyebilirlerdi. Tamir oldu geldi ama bir daha dikiş tutmadı, aynı arızayı bu sefer hiç bir yerden düşmemesine rağmen 2 kere daha tekrarladı çok zaman geçmeden. 3. seferin sonunda servisten almak için gittiğimdeyse bir sürprizle karşılaştım. Garanti belgesinde yazan tamir dışı bir maddenin çalıştığını ilk defa gördüm. Çok sevgili Creative Ben istemeden bana yeni bir mp3 çalar göndermişti.


Yukarıdaki resimde gördüğünüz Creative MuVo Slim modelini göndermişlerdi. Yani benim mp3 çalarımın bir model üstü. Servisteki görevliye durumu anlatmak istediğimde 'senin modelin üretimi bittiği için bir üst modeli göndermişler' diyerek durumu açıklamıştı oysaki yanlışı vardı benim model değil benim mp3 çalarımının modeliydi üretimi biten. Bunu onunla tartışmadım tabi, yeni mp3 çalarımı aldım ve kurcalamaya başladım. Benim eski alet ile kıyaslayacak olursak elimde olduğu sürece neredeyse hiç kullanmadığım bir mikrofonu ve benim için asıl kıymetli olan 256 megabytelık bir hafızası vardı. Böylece sahip olduğum alan bir anda tam iki katına çıkmış oluyordu.

Üniversitede 2. sınıftaydım ve ev arkadaşımla beraber yaptığımız bir Ankara'ya dönüş yolculuğumuzun son kısımlarında Ankara'ya yaklaşmanın huzuru ve mutluluğuyla bunu paylaşma ihtiyacı duymuştum ve mp3 çaları ona vermiştim. Aşti'te otobüsten inip Ankaray'a geçtik. Ankaray'a Binince eve gidene kadar dinlemeye devam edeyim diyerek elimi cebime attığım an başımdan aşşağa kaynar sular döküldü. Ama bir iki saniye içerisinde otobüste arkadaşıma verdiğim aklıma geldi de bir sakinleştim, bir rahatladım, tabi ondan 'aramıza koymuştum sen almadın mı' cümlesini duyana kadar süren bir rahatlık oldu. Artık gitti gider onu bir daha göremem bilinciyle Ankaray'dan geri fırladım, otobüsü temizledikleri yerde durumu kaptan şoföre açıkladım, kaptan muavini çağırıp sordu durumu ama muavin normal olarak 'ben görmedim, ben bulmadım' tadında bir cevap verdi, yersen! Kaptan 'git oturduğunuz yere bak belki yere falan düşmüştür' diyerek beni tatmin etmek için otobüsün içine aldı, ama tabi ki orada da yoktu. Zaten ta olayların en başından kendi hatam yüzünden bozulan bir ışık yüzünden elimde olan mp3 çaları sonunda bu şekilde kayıp etmeyi çok yadırgayamadım açıkçası, onu böyle kabullendim.

İşte mobil teknoloji geçmişim açısından orta çağın kapanıp yeni çağın açılmasına sebep olan olay.
mp3 çalarımı kaybettim kaybedeli kendimi boşlukta hissediyordum- özellikle uzun otobüs yolculuklarında- ki Sprite bir kampanya başlattı. Yanlış hatırlamıyorsam saat başı PSP, hafta başı PS3 ve lcd'den oluşan bir set veriyorlardı. Hiç içmezken her boş anımda sprite içer, şifre gönderir oldum. Biliyordum bir tanesi bana çıkacaktı, çıkmadı. Ama eşeğin aklına karpuz kabuğu düşmüştü bir kere. Sonunda kaç paraysa verir alırım onların kampanyasına mı kaldım diyerek bir fiyat araştırması yaparak işe giriştim, gittigidiyor ve benzeri ortamlarda bu kampanyadan kazandıkları psp'leri satanları gördükçe kıl oluyordum. O zaman için fiyatlar Teknosa ve benzeri kazıkçılarda 550-600 tl iken gittigidiyor ve spotçularda 350 tl civarı olarak fiyatlandırılmıştı. Almaya karar vermiştim vermesine de param yoktu, babamdan istesem 'bu yaşına geldin hala çocuk gibi atariye, tetrise bu kadar para mı vericen' diyeceğini biliyordum. "Bütün icatlar ihtiyaçlardan dolayı ortaya çıkmıştır." Ve ben heveslerini takıntı aşamasında yaşayan birisi olarak etrafımdaki herkesi psp almak konusundaki hevesim ile bunaltıyordum. Sonunda kız arkadaşım 'volkan madem bu kadar çok istiyorsun hadi gidelim alalım' dedi ben de 'ipe un serdim' diye cevap vermedim pek tabi, 'para' dedim. Akabinde geçen ay ki öğrenim kredisini çekmediğini, istersem bana verebileceğini, benim ona sonra ödeyebileceğimi -aksi durumda tersleyip, kabul etmeyeceğimi bildiğinden- söyleyerek zaten yarı çelinmiş aklımı komple aldı götürdü. Sonuç olarak onun öğrenim, benim öğrenim gidip konsol meraklısı ankaralıların tanıyacağı yarı üç kağıtçı(o zamanda bir gazla aldığımdan araştırma yapmadan gitmiştim) 'japon kubi'ye gidip yukarıdaki resimde görünen birinci nesil(1001,fat) sıfır psp, 2 gigabytelık hafıza kartı(orijinal olduğu iddiasıyla satmıştı ama bir hafta sonra sahte olduğunu öğrendim), demo umd(universal media disc,psp'nin cd'si) ve tabi ki kutu içi ekipmanların hepsine 350 tl vererek aldım. Aldıktan sonra bir erkek olarak ayak üstü oynadığım ilk oyun pes 6 idi. PSP: 300tl, 2 gb'lık hafıza kartı :50 tl, akşam şarj olayı bitip de yeniden oynamak için elime aldığım anda oyunların hiç birinin çalışmaması ile yaşadığım kazıklanma hissi: paha biçilemez! Hemen internete girip google'a psp yazdığımda karşıma çıkan 3 tane psp forum sitesine üye olup problemimi anlattan bir konu açtım, çözecek bir cevap beklemeye koyuldum. Yarım saat kadar dayandıktan sonra 3 sitede de bir insan evladı çıkıp senin problemin bu, şöyle şöyle yap geçer demedi. Sinirlendim, sitem ettim ve ıncığını cıncığını öğrenip bir daha böyle bir duruma düşmemeye ant içtim. Japon kubinin kartında telefon numarası olduğunun farkına varıp hemen aradım, bugün psp aldığımı hatırlattım ve aletin oyunları çalıştırmadığını söyledim, an itibarı ile bir düğünün ortasında olduğunu söyledi ama ben acil çözüm istedim, telefonda bir iki çözüm önerisinde bulundu ve düzelmezse ertesi gün psp'yi yanına getirmemi söyleyip kapattı. O psp çok enteresandı, oyunların yarısını açarken yarısını açmadı, değiştirmek durumunda kaldık. Hala sapa sağlam duruyor ve 8 gigabytelık bir hafıza kartı almak dışında bir masraf yapmadım. Alette bir kaç sefer düşmesine rağmen hiç sorun çıkarmadı, gözünü seveyim sony.

Yazı yine çok uzun oldu ama ben daha içtiğim andın sonuçlarını yazmayı da planlıyordum. Neyse artık o da başka bir yazının konusu olsun.

1 Nisan 2010 Perşembe

333. Dönem yüksek okul mezunları falan

Günün anlam ve önemine uygun düşer mi? İnan hiçbir fikrim yok.


Bugün yüksek okul mezunu olmaktan mütevellit, yedek subay aday adayı olarak Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulunda yapılan sınava girmiş bulunuyorum efem. Ankarayı bilen bilir etimesgut denen yerin en yakın olduğu yer cehennemin dibidir. Bu yüzden sabah 7.33'te kalkıp yola düştük(ben ve aynı dönemde askere giden kuzenim). Sabah trafiğine takıla takıla ilerlerken yol üstündeki bütün askeri birliklere acaba bu mu acaba bu mu diye bakarak ilerlemek bir konuda fikir edinmemi sağladı; Ne çok askeri birlik var!
Sora sora bağdat bulunur misali askeri birliklerden birisinin kapısında sordukta epey yaklaştığımızı öğrenince bir rahatladık, bir saldık kendimizi. Bu işlerin nasıl yürüdüğüne dair gitmeden internetten başkalarının tecrübelerine bakarak gittiğim için hazırlıklıydım. Zaten biz gittiğimizde kapının önünde büyük bir kalabalık bekliyordu. Arabayı park edip hızlı adımlarla oraya yönelmişken, kuzenim 'telefonları arabaya bırakalım birde onun için sıra beklemeyelim içeride' dedi ya bana işte o an nasıl mutlu oldum, nasıl neşelendim anlatamam, ancak seninde tecrübe etmen gerekir anlayabilmek için. Telefonlardan kurtulup kalabalığa yöneldik ve oradaki askerlerden birer sıra numarası aldık ki elimizdeki kağıtlara göre önümüzde yaklaşık 100 kişi vardı ve söylenene göre içeri yarım saatte bir grup(50 kişi) alıyorlardı. 1 saat buradayız derken 10 dakika sonra gelen asker hepimizi sıraya sokup aldı ve işte bu sırada telefonu arabada bırakmanın faydasını görerek önümüzdeki 100 kişinin yaklaşık 70 tanesini geçtik. Sanırım bu bize yarım saat ila bir saat arası bir zaman kazandırdı. Neyse biz aradan sıyrılanları bir otobüse doldurup kayıt için içeri götürdüler. Tabi ben bu sırada biraz yusufladım, biraz tedirgin oldum, kolay değil bu yaşıma gelmişim ilk defa bir askeri birliğin içine giriyorum, yok dedim abi(yazıda 'ağabey' tabi) kısa dönemde uzun burada, ben kesin balataları yakar gelirim artık.

Kayıttı kontroldü derken o sırada elimize birer tane gofret tutuşturmasınlar mı? Hemde şimşek marka. Ama ben acıkmıştım hemen açtım gofretceyizimi, tadı da güzeldi hani. Askerliğin bürokrasisi de hiç bitmiyor ben onu hemen anladım, hemen. En sonunda sınav salonuna alındık, başımızda bir asteğmen bir çavuş. Asteğmen sınavla ilgili bilgi verdi -ki söylediklerinden en kayda değeri "Eğer uzun dönem istiyorsanız çok doğru yapmaya çalışın, kısa dönem istiyorsanız da çok doğru yapmaya çalışın"dı. Tabi bunu söyledikten sonra kendisi de güldü söylediğine "bana böyle söyle dediler" diyerek aslında kendisininde ne kadar inandığını(!) belli etti.Sınavda 25 sözel 25 matematik sorusu vardı(geneli mantığa yönelik) ki bazı sorular o kadar acayipti o kadar acayipti ki 'acaba ne demek istemişler lan' demekten kendimi alamadım Sınav ve sonrasındaki bürokrasiyi de aştıktan sonra artık kurtulduk derken -ki bu saat 12.30 sularına tekabül ediyor- yemekhaneye götürüldük. İçeri girdiğimizden beri '31 mart itibarı ile hepiniz asker sayılıyorsunuz' şeklinde yinelenen söylemi pekiştirmeye çalıştıklarını sanıyorum. Ama askerlerin karavanasından farklı olarak bize; kutu kola(coca), barbunya konservesi ve ekmek arası köfteden oluşan bir menü sundular, tabi ben barbunyayı almadım bile. Neyse, yediğim içtiğim benim olsun ben gördüklerimi anlattım işte. Ayrıca belirteyim ki hiç öyle beklediğim kadar yüksek disiplin göremedim ben, etrafta lay lay lom gezen askerleri görünce edindiğim kanıda bu.

Artık 10 nisan'da http://www.asal.msb.gov.tr/ adresinden aday numaram olan 20308 ile bakacağız benim askerlik nerede , ne kadar süreli olacak. Bu arada dönemim çok güzel haa üççüz otuz üç. Ve ayrıca bu ülkede yüksek okul bitirmek kolaymış onuda anladım(zaten bir bitirdiğimde anlamıştım birde bu kısa-uzun muhabbetinde anladım), ne çok tip vardı lan orada! Tabi o tiplerde ayrı ayrı olarak "ne çok tip var burada" diye düşünmüştür beni de katarak.