1 Kasım 2010 Pazartesi

Mardin Kapı o kadar da şen olmadı

19 günlük iznim çok hızlı bir şekilde geçti, bitti(nereden bakarsan maksimum 8-10 günde bitmiştir) ve Diyarbakır’a geçtim. KTM’ye katıldım ve asıl görev yerime postalanmayı bekliyorum, kurbanlık koyun gibi. Tabii bu arada elimdeki Diyarbakır’ı gezme, yeme, içme fırsatını da sonuna kadar olmasa bile bir miktar kullanıyorum önümdeki 5 ayı hatırladığımda özellikle. Birkaç gün daha önceden bildiğim yerlere gittikten sonra bugün bir değişiklik yapmaya karar verdim. Daha önce gitmediğim bir yere gidecektim; Mardin Kapı. Yıllar yılı düğünlerde, bilmem nerelerde “Mardin kapı şen oluuuur / le leee / le leee / le hanım” şeklinde gelişen türküyü yukarıda yazdığım kadar bilirdim ama Mardin kapı derken Diyarbakır’ın meşhur surlarının bir kapısından bahsettiklerini bilmezdim, yola koyulan tabelayı görene kadar.



Hazırlandım, fotoğraf makinemi aldım ve Mardin kapıya gitmek – ne kadar şen olduğunu görmek için yola çıktım. Nerede olduğunu bilmiyordum ama olsundu bir şekilde bulurdum. Diyarbakır belediye binasına doğru yaklaşırken uğultuya benzer sesler ve polisler görünce meraklandım ve tırstım. Yaklaşmaya devam ettim ve miting-ile eylem arası bir olayla karşı karşıya olduğumu gördüm. Kalabalık bile sayılmazdı birkaç yüz kişi vardı ve belediyenin önüne çekilmiş bdp otobüsünün üstünden birisi konuşma yapıyordu. Kürtçe bilmediğim için neden bahsettiğini anlamadım ve acaba bir fotoğraf çeksem mi diye birkaç saniye süren bir düşünmenin ardından hemen vazgeçtim. Ya sivil polis falan zannederde pataklamaya kalkarlarsa –sanki herkes de psikopat, bu ne tırsıklıklan- neyse diyerek yola devam ettim ve Dağkapı’ya geldim. Oradan surları takip ederek gördüğüm tabelaya doğru gitmeye başladım bu sırada da sur boyunca fotoğraf çekmeye. İşte bu sırada o geldi;

-ağbey bir mendil al ağbey
-…(sakın ağzını açma sakın)
-hadi ağbey Allah rızası için
-canım hiç bozuğum yok.(heh, buralı olmadığını da belli ettin, sıçtın şimdi bu da yapışır yanına artık düşmez yakandan düşmez)
Ve ben yürümeye devam ederken o da yanıma takıldı.
-ağbey 5 lira biriktirip ayakkabı alacam ağbey annem ayakkabıcıyla konuştu bana git 5 lira kazan alalım dedi.
-lanet olsun ya kaç para
-400 bin ağbey
-neeeeeyyyy kaaaaaççç? Pek de kazıkçıymışın ha
-ağbey dün akşam yemek yemedik.satıp ayakkabı alcam ağbey okula almadılar bugün.
-al hadi son bozuk param iki tane 25 kuruş.
Alışveriş tamamlandı. Çocuk başka yöne, başka avlara dönerken ben;
-tosun Mardin kapıya gideceğim ben doğru yolda mıyım?
-ağbey ben seni götürüyüm, buralar tekin değil zaten sen buralarda gezme
- (hassiktir) nasıl tekin değil canım
-burada senin gibi ağabeyleri cüzdanı için bıçaklıyolar, kafasını kopartıyolar.
-( yok canım gene atıyor, ya atmıyorsa?!) Mardin kapı tekin mi bari?
- oralar iyi ağbey, ben sana gösteririm.
-iyi hadi gidelim ama dur önce bir fotoğrafını çekiyim senin de



Düştük yola. Ne çene varmış sende. Anlattıklarını o kadar otomatik, duraksamadan, peşpeşe sıralıyorsun ki insan acaba aynı şeyleri kaç kişiye anlattı, ne kadar sürede ezberledi diye sormadan edemiyor.
-baban öldü, annen ve sen kalıyorsun, kalbin delik, ayağında ayakkabı yok diye bugün okula almadılar, dün akşam hiçbir şey yemedin.
Diyarbakır’a geldiğimden beri bunun benzeri şeyleri senin gibi o kadar çocuktan duydum ki insanın duyduklarına inanası gelmiyor. Ama ya doğruysa? Çok temiz yüzlü bir çocuksun, ağzından çıkan iki cümleden birisi allahla ilgili(benim için çok sıkıcıydı yani).
Seninle ne yapsam bilmiyorum, karnını doyurup ayakkabı alacağını iddia ettiğin komik parayı verebilirim, rehberlik ücretin olarak.
Daha önce de benim gibi bir ağbeye rehberlik yapmışsın 50 lira vermiş, beraber yemeğe gitmişsiniz, bütün Diyarbakır’ı gezdirmişsin, o zaman da tam kira zamanınızmış parayı oraya vermişsiniz, bugün okula gitmişsin ama ayağında ayakkabı yok diye cemile hoca “siktir git!” demiş, ayakkabıyı alınca hiç çıkartmayacakmışsın çünkü çok güzelmiş(10 liraya alacağını iddia ettiğim ayakkabı mı çok güzel diyemem tabii), annen çok güzel Yasin okuyormuş, o adama gece hiç uyumayıp kuran okumuş, valiye de rehberlik yapmışsın çek vermiş sana 300 liralık yardım çeki vermiş. Bir gün bir fotoğraf makinesi bulmuşsun kutulu eve götürmüşsün annen fotoğrafçıya götürmüş adam o zaman bu 3 milyar eder demiş, hatta isterseniz kuyumcuya da satabilirmişsiniz çünkü üstünde altından yapılmış yerler varmış, sonra annen satmış falan filan. İnanabilmek için kendimi çok zorladım.



Kafamı karıştırdın çocuk. Bunu biriyle paylaşıp olay için fikir, kendim için yardım almalıydım. Aklıma gelecek bir isim yoktu çünkü son zamanlarda zaten hep aklımda olan bir isimdi. Ona mesaj attım içinde bulunduğum duruma dışarıdan bir bakış açısı getirsin diye “söyle ne yapsın sevgilin?”. Ve beklediğim yardımı aldım, okulunu, hocasının ve müdürünün adını öğrendim Ziya Gökalp İ.Ö.O. 7-A sınıfı öğrencisi Abdullah –arkadaşlarının deyişiyle apo’nun. Öğrendiklerimi hemen iletiyordum bakalım doğrulanacak mı diye. Doğrulanacağını sanmıyordum ama doğrulanmasını istiyordum. Doğrulanmadı maalesef. Sana tekrar tekrar sordum ve sen ısrarla aynı şeyi söyledin durdun. Bu arada Mardin kapıya gitmiş şimdi geri dönüyorduk. Sana yemek ısmarlamalıydım.
Çok zekiyim ya ben, o yüzden seni burger king’e götürmeye ve hamburger ısmarlamaya karar vermiştim. Bu arada telefon çaldı aklımdaki kişi arıyordu ne yaptığımı merak etmiş olmalıydı, en son durumu kısaca anlattım, okulda çocuğun bahsettiği isimde bir öğretmen ve müdür yardımcısı olmadığını bir kez daha duyunca çocuğun hikayesinde büyük bir delik açıldı şimdi ne yapmalıydı. Hani sormuştun ya çocuk sevdiğin var mı diye al telefonu bir de ona anlat bakalım benim anlattığım seni bir de sesinle sen tamamla.
-bacın mı
-yok ne alakası var lan
-sevdiğin mi
-heh sevdiğim



Hamburger senin için çok değişik bir deneyim olacaktı Ama her değişik deneyim iyi olmak durumunda değil. O ana kadar makine gibi konuşan sen hamburgerciye gelince ilk defa durakladın ne söyleyeceğini bilemedin, şaşırttın beni. Hamburgeri yedin ama patates kızartmasını yemedin ne oldu diye sorduğumda karnının ağrıdığını söyledin. Buraya getirdiğim için pişman oldum. Dışarı çıktık sen yemek için hayır duası okuyarak beni bunaltıyordun. Ayrılmak istedin, ben ayakkabı almaya gidelim dedim. Senin beğendiğin ayakkabının mahallenizdeki ara sokakta olduğunu, mahallenizin de çok uzakta olduğunu, en az iki saat süreceğini söyledin. İlle o ayakkabıcı olmak zorunda değildi ya canım etrafta başka ayakkabıcılar da vardır elbet. Seni zorla peşime sürükledim, sen “gerek yok ben gideyim, zaten yemek ısmarladın az paran vardır boşuna harcama ağbey” diyip dururken. Kısmen haklıydın dışarı çıkarken üzerime fazla para almamıştım ama seni tatmin edecek bir ayakkabı buluruz diye tahmin ediyordum. Yarım saat civarında dolaştık ama hiçbir şey bulamadık. Sen artık annem merak eder, evim uzak ben gideyim, biraz daha mendil satayım demeye başlamıştım ama fark ettik ki mendillerini de kaybetmişsin.

Şimdi ne yapmalıydım? Para verebilirdim ama özellikle hikayende ortaya çıkan delikler bunu bir meslek haline getirdiğin izlenimi verdi. Vermeyebilirdim ama o zaman da ben rahatsız hissedecektim ne olmuş numara yaptınsa zengin olmadığın belli zaten. Yazmaya utanıyorum sonunda 10 liracık çıkarttım cebimden sana bugünkü rehberlik ücretin bu dedim. Sen ise bu çok gerek yok diyerek beni yine kendimden şüphe ettirdin. Bu nasıl para için numara yapmak ki böyle bir şey söylüyorsun? Helalleştik ve sen yoluna gittin. Neydin, söylediklerinin ne kadarı doğruydu, gerçek bir çözüm bulabilir miydim, neden böyle aptalca bitirdim şimdi ben dönüp dönüp bunları düşüneceğim. Özür dilerim apo.

1 yorum:

materyalist dedi ki...

herkes şanslı doğmuyor