22 Temmuz 2010 Perşembe



20 Temmuz Salı Saat: 07.30;
-Kalk -tıraş ol -kahvaltı yap
Daha sonra bavullarını da alıp konvoyun kalktığı garaja geç.
Geçtik- elimizde bavullar tepemizde(sadece ilk başta- öğlene doğru yerden, duvarlardan ve heryerden etki ediyor zaten.Diyarbakır’ın yakıcı güneşi bizi Lice’ye götürecek konvoyu bekledik. Malum güneydoğu halleri. Saat 16.00 civarı idi yola çıktık. Önde dragonlar, kobralar, ortada jammer ve bizi taşıyan sivil minibüsler. Yolda bazı bölümlerde bildiğin saldırı helikopterleri de bize eskortluk yaptı ve sonunda Lice’ye geldik. Oradan hemen topçular olarak topçu taburuna geçtik. Saat 18.00'ı geçiyordu. İşte bu intikal ve intikalin sonunda geldiğimiz yer ve manzarası(bkz.ilk resim) bana işin sandığımdan ciddi olduğunu gösterdi(kendimi acındırayım birazcık, değil mi).

Dragon böyle bir şeydi.

Duruyorum, kafamı kaldırıp ileri bakıyorum. Koca koca tepeler var. Arkamı dönüyorum bir kaç köy evi var ve burasının Diyarbakır'ın ilçesi Lice olduğu iddia(bence böyle ilçe olmaz çünkü) edildikçe ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırıyorum, aynen şuan da ne yazacağımı şaşırmam gibi. Lice'de banka hesabı açtırmak(maaş alacam ya la) için taburun dışına çıkma imkanı buldum. Gördüklerimi anlatayım demeyeceğim çünkü o zaman boşluk bırakıp geçmem gerekir. Yol boyu %90'ının kepenkleri kapalı dükkanlar. Açık olanların içi boştu benim gördüğüm kadarıyla. Evlerin önünde oturan çok az insan vardı, çoğu kadın ve onların pek dostça görünmeyen bakışları.

Bu helikopterlerden iki tanesi tepemizdeydi.

Topçu taburuna gelince çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadım, havuzu, futbol sahası ve sinema salonu olması sebebiyle bölgedeki en güzel yer olduğunu duyunca hayal kırıklığımın karesini aldım(böyle de matematik bilirim). Bence topçu taburu bir kaç basit binadan oluşan küçücük bir "şey"di. Gece saat 02.00'da yattım. Sabah 05.50'de kalktım. Başta belirttiğim günlük rutini uyguladıktan sonra. Katılış işlemlerini yaptık. O gün taburda birde ekstra bir faaliyet sebebiyle etraftaki birliklerden gelen bir miktar asker olması sebebiyle hareketli bir gündü. Bu yüzden öğlen yemeğinde kuş yemi kadar bir şey düştü payımıza(acıyın acıyın) Ve bu gelenlerden bir kısmı benim görev yerim olan tapan tepe'den gelmişler -ki bu akşam onlarla benimde gideceğim anlamına geliyordu. Akşam saat 17.00 ila 18.00 arası eşyalarımızı da alıp da alıp komandoların bölüğünün olduğu bir yere gittik. Konvoy buradan düzenlenecekmiş. Diyarbakır’da olduğu gibi elimizde bavullar bekledik başlamaya. Bu sefer herkes kobralarla gidecekti ve eldeki kobra miktarı bu sevkiyatı bir seferde yapmaya yetecek kadar değildi. İki gruba ayırdılar ve bizi ikinci gruba attılar. Akşam yemeği olarak eti cin ve acılı patates cipsi üstüne de ufak bir tost(adı öyle napayım) yedik. Sonunda saat gece 03.00 iken hadi gidiyoruz diye dürtüklenerek uyandırıldım oturduğum sandalyede. Araçlara bindik ve yola çıktık. Burada ekstra bir enformasyon (güzel kullandım bu kelimeyi)vereyim sizlere; Aracın tepesindeki silah aracın içinden joyistik ile yönlendiriliyor ve gece görüşü var –ki yolculuk sırasında bir miktar baktık ve gözlerimiz bozulma tehlikesi yaşadı-.

Kobra

Tepesindeki kapağı hava almak için biraz açmışlar ve yolda artık yarı uyur bir halde seyahat ederken o inanılmaz olayı yaşadım. Bu yarı uyur seyahat halindeyken pıt diye bir ses duydum ve bacağımın üstünde küçük siyah bir şey gördüm elimi uzatıp aldım ve ilk dokunuşta naylon ile silikon arası bir maddeymiş gibi geldi. Ana bu nereden düştü lan diye aracın tepesine bakıyorum ve bir yandan da şu araç bile durduğu yerde sapır supur dökülüyor lan diye düşünürken karşımda oturan astsubay o ne dedi. Bilmiyorum arabanın tepesinden düştü anlamadım deyip uzattım. Aldı baktı ve geri uzattı. Ben elime aldıktan sonra söylediği şey ise “ arabanın parçası değil o yarasa” demesin mi, dedi. Normal şartlar altında –ki biz kimyada buna kısaca NŞA deriz(vay yavrum be kimya da biliyorum) Küçük bir böcek olsa “laynn amına koyarım haaa” deyip onu bir yere fırlatacak olan ben elimdeki yarasayı aldım, çevirip sağına soluna baktım ve “anaa harbiden yarasa” tepkisini verdim.

Kobra iç

İşte Batman’a beni düşman eden olay budur. Bunca zaman yarasa de sen, sonarı var gece uçuyor, yok kan emer, bilmem ne yapar, yarasa adamı bile var lan diye pazarla bize kapitalist kapitalist sonra gelsin bizim kobraya çarpsın o küçük aralıktan benim kucağıma düşsün. Hani küçük şeyler için amiyane bir tabir vardır “göt kadar” derler. İşte bu ondan da küçüktü. ”Demek ki sonarı arıza yaptı saniyede bizim ustaya gösterelim, acaba parçasını bulabilir miyiz?” gibi saçma sapan fikirler kafamdan geçerken(gecenin bir yarısı 6 tonluk zırhlı bir aracın içinde elimde bir yarasa olması durumu yeterince saçma gelmedi de) Sen onu bütün yol elinde mi tutacaksın öyle lafıyla tekrar karşıya uzattım ama ayyy gibisinden bir laf duyunca geri çektim ve kobra aracında bugüne kadar fark edilmeyen büyük eksikliği buldum. Nedir nedir diye meraktan çatlıyorsunuz değil mi, söyleyeyim efem! Kültablası yok! (şimdi siz bu gerçeği sindirebilesiniz diye boşluk bırakıyor ve yeni paragrafa geçiyorum. 1 dakika sindirme molası!)

İnanılmaz ama gerçek işte ne yapacaksınız ki. Rahmetlinin cesedini saygıyla yandaki boşluğa bıraktım, ama hakkında düşünmeyi bırakmadım. Yol bitene kadar “acaba beyin kanamasında mı gitti” diye düşündüm durdum. Neyse ki sonunda kazasız belasız(cünyır vampirimizi saymazsak) vardık ta bir duş alabildim. Ne de olsa o kan emici ile temasım olmuştu ve batman’a karşı kinlenen ben bir örümcek adam vakasına kurban gitmek istemedim, kendimi dezenfekte etmeliydim. Sabaha karşı 05.00 da yatabilen bendeniz sabah evlatlarını merak eden bir ailenin telefonuyla 10.40 ‘da uyandım ve uyandırdıkları için azarlayarak güne başladım.

Hiç yorum yok: