19 Temmuz 2010 Pazartesi

Diyarbakır'ı izledim





Malumunuz askerliğimin ilk üç ayını(kendisine acemilik dönemi diyorlar) Ankara-Polatlı'daki Topçu ve Füzeci okulunda, evime 1.5 saat mesafede yaptım. Bu sürenin sonuna geldiğimizde sağ elim(hemen ibnelik düşünmeyin bak!) vasıtasıyla çektiğim kuradan diyarbakır-lice tapann tepe diye bir yer çıktı -ki benim gibi bir adama tapan tepe gibi bir yerin çıkması ironi açısından gayet hoş oldu bence-.

Toplamda 15 gün süren bir izin, bir tatil döneminin ardından yolculuk zamanı geldi çattı. Tatilde izlediğim güzergahı ve yaptıklarımı üstün körü olarak iki önceki yazıda belirtmiştim, işte bunun üstüne diyarbakıra gelmek insanın aklına neler getiriyor neler bunu anlatmak zor, hani yaşamayan bilemez, tahmin edebilir ama hayal edemez(o ne demekse artık). Hele birde yanında bir sürü eşya ile gitmek zorunda olmak durumu var ki o bile ekstra fiziksel yükün yanında zihinsel yüke yol açabiliyor. Ben kendimi çok gezen birisi olarak görürüm(türkiye ortalamasına kıyasla) tabi bunda büyük pay kendimi bildim bileli arabamız ve gezme merakımız olmasında. Ama gittiğim en doğu kayseriydi. Gerçi bu doğru değil 1996 senesinde bir haftalık kars-ardahan-ığdır ziyaretim olmuştu ama o zaman çocuktum sayılmaz.

Diyarbakıra beni korkutan bir iniş yaptık, taksiyle merkezdeki ktm(kabul toplama merkezi)'ye geldik, kayıt yaptırdık ve misafirhaneye yerleştik. Bu kısıma kadar diyarbakır hakkınad kafamda oluşan tek düşünce gerçekten cehennemin türkiye şubesine geldiğimdi.Tabi insan bu nereye giderse, ne yaparsa yapsın susuyor, acıkıyor. Bizde acıkınca yemek nerede ve kaçta diye sorduk ve dışarıda yememiz gerektiğini öğrendik. Diyarbakıra yeni gelmişim, hakkında bildiğim bütün bilgi tv'de gördüğüm olaylar ve bu yüzden aklımda "aman dikkat et her an bir yarrağa gelebilirsin" şeklindeydi. İstanbulun taksimine tekabül eder mi bilmiyorum ama ankaranın kızılayına denk bir yer olarak diyarbakırda ofis denen bir bölge mevcut ve bizim kaldığımız askeri tesisler buraya sadece 5 dakika mesefede(en güzel yeri kapmışlan lan yine görüyon mu). -Benim asıl görev yerimi başta belirttim bildiğin bir dağ başına gideceğim ama iç güvenlik bölgesi olarak adlandırılan bu yerde kafana göre gidemiyorsun, askeri konvoy yapılmasını bekliyorsun yani ben o konvoy gelene kadar güzel günlerimi yaşıyorum diyarbakırda. o yüzden ilerde fırsat bulamayacağımı göz önünde bulundurarak hava serinlediğin anda kendimi dışarı atıp diyarbakırı keşfetmeye çalışıyorum.-

Daha askeriyenin kapısından dışarı adımımızı yeni atmışız ve hemen karşı kaldırımda oturan3-5 veletten bir tanesi soluğu yanımızda aldı. "asker abi bir sakız alır mısınız? allah sevdiklerinize kavuştursun abi bir sakız alın abi, son sakızım abi" diyerek takıldı yanımıza "kaç paraya satıyorsun" dedim cebimde bozukluklar vardı. "ne verirsen abi" diyince biraz kıllandım açıkcası kıllanmadım değil ama neyse dedim cebimdeki 25 kuruşu uzattım. Ve ne olduysa bu anda oldu. Çocuk parayı aldı ve arkasını dönüp koşmaya başladı diğer arkadaşlarının yanına, sanki kovalayan varmış gibi. Şaşırdım böyle yapacağını düşünmemiştim. Neyse deyip yolumuza devam etmek için döndük ki aynı gruptan bir çocuk daha geldi "benden de bir sakız alın abi, allah sevdiklerinize kavuştursun abi" biz ne kadar aldık, bozuk paramız kalmadı , senden yarın alırız desekde çocuk inatçı nuh diyor peygamber demiyor. Ama bizde inat ettik ve çocuk yanımızda bu aynı lafları tekrar ederek yaklaşık 500 metre yürüdü ve sonunda vazgeçip geri döndü. Azmine hayran kaldım ben. Ama bu olay kafamda diyarbakırı çözmem için yeterli oldu. İşte televizyonda eylemlerde taş atarken gördüğümüz o çocuklar ve 25 kuruş için peşimizde koşturmaları. Daha sonraki günlerde benzer bir olay olarak ama bu sefer tecrübe edinmiş ve hiç bir şeyden korkmaya gerek duymadan oradan oraya gezerken karşılaştığım bir manzara; Bir tane polis panzeri, her tarafı taşlardan, sopalardan aldığı darbelerden dolayı ezik veya çürüyüp iz olmuş şekilde yolun kenarında duruyor. Önünde bir tane polis ve etrafında üç tane diyarbakırlı çocuk. Olayı anlamak isteyerek biraz yakınlaştım ve çocuklar polisin botlarını boyuyorlardı. Belki birkaç ay önce taş attıkları panzerin polisi.


İşte diyarbakır özünde bu çocuklar. Maalesef birkaç lira için yapmayacakları bir şey olmayan çocuklar. Bu çocukları ufacık paralarla kandırıp o eylemlerde en öne koymak o kadar kolay göründüki. Bir top için, bir oyuncak için neler yapabilirler diye düşünmeden kendimi alamadım.
Benim burada gördüğüm herkes ekmeğinin peşinde, geçim derdinde.

Bunları gözlemleyince benimde ilk günkü korkum kalmadı. Hatta ikinci gün öyle ara sokaklara girdim ki hani insanı sikseler kimsenin ruhu duymaz diye adledilen yerler. Öyle yerlerki girdim ve kayboldum, çıkmaz sokaklar yüzünden bazılarının sonundan geri döndüm.


Aslında anlatacak çok şey var daha. Kitapçı maceram var, kebapçılar var, tarihi mekanlar var onları sonra yazayım yoksa çok sıkıcı ve uzun bir yazı olacak bu. Zaten etkileyici bir yazı olmadı gibi aklımdakileri kelimelere dökmekte zorlandım ve tamamen yansıtamadım sanırım. neyseki bu ihtimali düşünerek bir kaç fotoğraf çekmiştim (:


ahashdahh çarşının adına bak

Hiç yorum yok: